Daha önce yazmış olduğum HORMONLU SAĞLIK MESLEK LİSELERİ-SAĞLIKSIZ EĞİTİME SUS PAYI adlı yazımın doğru olduğunu geçtiğimiz ay içinde hep beraber gördük. Yazdığım tespitin doğruluğuna sevinmekten ziyade sağlık konusunda mağdur olan insanlara üzülüyorum. Bir çok platformda öğrencilerime ve ailelerine ifade etmeye çalıştığım bu eğitim faciasının önüne küçük bir set çekildi. Olayın özeti de şu :
Bu açıklama son derece yetersiz olmasına rağmen bu konuda daha genişletilmiş bir bilgilendirme umarım kamuoyuna sunulur. Yoksa hemşire ya da doktor yüzünden ölümler bir kader değil bir eğitim sorununun sonuçları olarak hanemize yazılacak gibi görünüyor. Yani olan yine millete olacak gibi görünüyor. Her zaman ki gibi!
Altın örümcek web ödüllerinin eğitim kategorisinin 2013 dereceleri yukarıda göründüğü gibi. İlk üçe girenlerden iki tanesi banka birisi alkollü içecek firması. Halkın favorisi de çok manidar. Türkiye'de eğitim ne merkezli olduğunun, nasıl işlediğinin ve ne kadar önemsendiğinin küçük bir kanıtı. Söyleyecek çok da fazla bir şey yok. Hayırlı traşlar...
“Bu dünya iki şeyden
yıkılacak bir binadan bir de zinadan...”
Gemide-1999
İNSANIN ÇÖKÜŞÜ
Bana ölü deyin. Sizde artık ölü deyin. Zaten ben bu gün
üstüme çöken çürümüş bir iş hanının altında kalarak ölmedim. Devletin
günahlarının gölgesi üstüme çöktü. Üstüme rant blokları devrildi. Çoktan ölmüştüm zaten ama bugün devlet
tarafından resmileştirildi bu durum. Adım Öcal Çetinkaya ve altmış sekiz
yaşındaydım. İşsiz olarak geçilmiş son dakika haberlerinde adım. Oysa çorap
satarak geçiniyordum. Yamalı hayatlara beş tanesi beş liraya çorap satıyordum.
Bu ülkede sağlam adamlar zar zor iş bulurken benim gibi yaşlı ve engelli bir
adama kim iş verirdi ki! Ben ve benim gibiler devletin görmek istemediği
insanlardık her zaman. Devlet bize karşı hep kör hep nankör hep sağardır. Ben
enkazın altında zaten hissetmediğim ayaklarım ile birlikte diğer uzuvlarımı da
yavaş yavaş hissetmemeye başlarken üzerimde yürüyen arama kurtarma ekiplerinden
bir adam köpeğine şunu diyordu: “ Çoktan ölmüş bir adamı arıyoruz.” Bu lafa
alınmadım aksine doğru söylüyordu adam. Bir ölüyü diriden ayıran şey güzel hatıralardır.
Benimse sahip olduğum güzel bir hatıram bile yok. Hukuk’a göre “Ölümle birlikte
kişilik sona erermiş”. Biz kişiliğimizi ölümden önce yitirdik zaten.
Şahsiyetsiz hale getirilişimizi bizzat sokağın kalbinden gördüm ben. Kangren
olan ruhlara, yaşayan zombilere çorap sattım yıllarca nede olsa. Bunu görmek
için sokağa çıkıp bakmanız yeterli. Halk pazarlarına gidin. Belediye halk ekmek
kuyruklarına bir bakın. O çöpçü diye görmezden geldiğiniz geri dönüşüm
işçileriyle konuşun. Amele pazarlarına bakın, sosyal yardımların seçim önceleri
uğradığı ama adaletin hiç uğramadığı mahallelerde dolaşın bir kere yeter. Benim
ölümüm bir kentsel dönüşüm kazasından çok bir kentsel bölüşüm kavgasıdır. Ki bu
kavga ekmek kavgası gibi onurlu bir kavga değildir. Müteahhitlerin ucuza
çalıştırmak için yarıştığı Suriyeli, Filistinli, Somalili gençlerin şükür
dansıdır. Yüzü hiç gülmeyen garbin ekmekle imtihanıdır. Bunca şeyi gördükten
sonra önce ruh soluyor sonra kalp ölüyor zaten. O açıdan bedenin ölmesi gariban
için teferruattan başka bir şey değildir. İşin trajikomik tarafı oturduğum
sokağın adı çiçek sokağı ama ben üzerime çöken bir binadan dolayı ölüyorum.
Kimileri tekerlikli sandalyem ile binanın yanından geçerken binanın üzerime
çöktüğünü söylüyor kimisi ise yaşadığım barakanın tuvaleti olmadığı için zaruri
ihtiyaçlarımı gidermek için binaya girdiğimde binanın çöktüğünü söylüyor. Lan
ne fark eder ki artık! Her halükarda bok yoluna gittik işte. Ama asıl önemli olan
şeyi insanlar yine görmezden geliyor. Önemli olan ölümün kendisinden çok öncesi
ve sonrası değil mi? Öncesi hakkında az çok bilgi edindiniz ama sonrası Allah
kerim! En çok neye üzülüyorum biliyor musunuz? Bir insanın varlığı ve yokluğu
arasında hiçbir fark yokmuş gibi hissetmesi kadar korkunç bir şey yok.
Varlığıma kim sevindi ki yokluğuma kim üzülecek diyorum bazen. Dünden kalma
demlikte ki çay mı üzülecek bana yoksa halk ekmekten aldığım bayat ekmek mi?
Yoksa öldükte kurtulduk mu harbiden! Ne diyeceğimi artık bende bilmiyorum.
Aslında benim tüm hayatımı beni ambulansa bindiren ekipte ki kız özetledi:
“Yazık gariban adamın ayağında çorap bile yokmuş.” İşte benim hikâyem bu kadar.
Bir varmış bir yokmuş…
not: 3.2.2014 tarihinde Ankara'nın Altındağ ilçesinde Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında boşaltılan 5 katlı binanın yıkımı sırasında göçük altında kalan Öcal Çetinkaya'ya ithafen yazılmıştır.
Michel Gondry belki öğrencilerimize/çocuklarımıza hatta kendimize örnek verebileceğimiz kafası farklı çalışan ve ana akımdan ayrılma eğilimleri olan bir sinemacı/yönetmen. Müzisyen bir anne ve ressam bir babadan gelen olumlu kalıtımsal özelliklerin birleşimi gibi. Eğer bu ağa beyimizin filmlerini izlemediyseniz izleyin derim. Ama bu yazıma konu olan şey Michel Gondry'nin bir Noam Chomsky belgeseli/animasyonu yapmış olması. Michel soruyor Chomsky cevaplıyor. Bize de izlemek düşüyor. Bilimi bir çok açıdan ele alan ve bunu güzel bir şekilde ( sahalarda görmeye alışık olmadığımız bir güzellikle) bize sunan Gondry büyük bir alkışı hak ediyor. Duygusal komedi ya da bir aksiyon filmi çekmektense bu işe girişmek bile başlı başına takdir edilecek bir hareket olduğu gibi Gondry dünyada varolan entellektüel bilim insanlarının yok olmaya yüz tuttuğunun farkında olarak böyle bir işede girişmiş olabilir. Dil gelişiminden,epistemolojiye kadar bir çok şeyi bize sunacak bu animebelgeseli (Is the Man Who Is Tall Happy?) sabırsızlıkla beklerken keşke ülkemizden de böyle şeyler çıksa demeden kendimi alamıyorum. Çünkü eğitim adına neredeyse hiç bir üretim içinde olmamamız ( test kitabı basmak haricinde) insanı düşüncelere gark etmiyor değil!
Uzun adam mutlu mu bilmiyorum ama Türkiye eğitimde son derece mutsuz değil mi?
John Lennox Oxford üniversitesinde matematik profesörü. Burada paylaşmamın sebebi Richard dawkins ve Christopher hitchens ile yapmış olduğu zihin teolojik tartışmalardan ziyade bunu bilimsel ve zihin açıcı bir yolla dile getiriyor olması. Demek istediğim aslında şu: "İnsanlar neye inanırsa inansın(ya da inanmasın) inandığı şeyin ne olduğunu anlamlandırma çabasında gösterdiği hüner bilimselliğinin de göstergesidir" demek istiyorum.
Kısacası sevimli amcamız ya da dedemiz diye seveceğimiz John Lennox "God of the Gaps/Boşlukların Tanrısı" ile zihinlere bir parmak bal çalıyor.Son derece zihin açıcı konuşmalar yapıyor. En başta dediğim gibi olaya VARLIK/YOKLUK penceresinden bakmıyorum ben. Bir tür Atarlı Ergen çekişmesi olarak algılanmaması gereken son derece felsefi temelli ve bilimsel bu bakış açısı kendi içinde zeka parıltıları sunuyor. Benim gibi eğitmen ve öğretmenlere de böyle zeki insanlarla diğer insanları tanıştırmak düşüyor. Tabi henüz tanışmadıysanız!
BİLİM ADAMI YETİŞTİRMESİ GEREKEN BÖLÜM NE YAZIK Kİ ÖĞRETMEN OLMAK İÇİN CAN ATACAK DURUMA GETİRİLMİŞTİR.
BU
VEREMİ GÖSTERİP SITMAYA RAZI ETMEK DEĞİLDİR DE NEDİR?
Çünkü Ülkenin Başbakanı bile "ATANAMAYAN ÖĞRETMEN ÖĞRETMEN DEĞİLDİR" diyerek eğitim-öğretimi bence saçma bir sınava indirgemiştir. Daha bir kaç gün önce (sanırım 18.01.2014) seçim için sadaka dağıtırmışcasına ya da yeniçerisine cülus bahşişi verirmişçesine eliyle 10 yapıyor. 10 bin atama yine iyisiniz diyerek gülümsüyor.
İŞTE BU DA ÖLÜMÜ GÖSTERİP VEREME RAZI ETMEK DEĞİLDİR DE NEDİR?
OY ALABİLMEK İÇİN YAPILAN SİYASİ HAMLELERİN EĞİTİM STRATEJİSİ İLE NE İLİŞKİSİ OLABİLİR?
BU DÜPEDÜZ AYMAZLIKTIR.
Türkiye'de en sorunlu şeyin EĞİTİM olmasına karşın en fazla görmezden gelinen temel gereksinim yine eğitimdir. Bunun sebeplerine kısaca göz atalım:
1-Öğretmenlik alt-orta sosyo-ekonomik sınıfın mesleği olarak görülme algısı
2- Öğretmenlik yetisi olmayan bireylerin meslek edinme güdüsüyle eğitim fakültesini seçmeleri
3- İnsanların "HİÇ YOKTAN ÖĞRETMEN OLSA BARİ" algısı
4- Öğretmenlik eğitimi veren ÜNİVERSİTELERİN bunu becerememesi
5- Eğitim fakültelerinde ki akademik kadroların "BEŞİK ULEMALIĞI" ile elde edilmesi
6- Akademisyen yetiştirmenin bile trajediye döndüğü ülkede ( ÖYP örneği ) öğretmen yetiştirme konusunda bir stratejimizin bulunmaması
7- Eğitim fakülteleri dışında öğretmen olma yetkisi verilen bölümlerin siyasi bir ranta dönüşmesi
8- YÖK'ün işlevsizliği
9- MEB'in kendine bile faydasının olmaması
10- Öğretmenliğin bilimsellikten uzak olduğu gibi psikoloji bilminin nimetlerinden faydalanmayan yapısı ve bir gönül işi, manevi bir sanat olduğunun görmezden gelinmesi.
11- Öğretmen seçme işinin (KPSS) bir muammaya dönüşmesi ve zor bir süreçten geçen öğretmen adaylarının kpss'den sonra fazla rehavete girmeleri. DEVLETE NE DE OLSA GİRDİM ARTIK SENDROMU!
DAHA DA SIRALANABİLİR
KISACASI öğretmen adayını üniversiteye alınmasından tutun da öğretmen olarak seçilmeye dek son derece sıradan ölçütlerle ilerleyen bu zincirleme eğitim kazalarına her gün yeni birisi ekleniyor.
MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI 1739 sayılı KANUNU öğretmen için sadece ne diyor ona bakalım. KIRMIZI İLE İŞARETLENMİŞ
İşte öğretmen sadece bu kıstaslarla öğretmen olmak zorunda olduğu için öğretmenlik genel anlamda Memurluk "BANKAMATİK MEMURLUĞU" na dönmüştür.
Fen edebiyat mezunları ise bu trajikomik tabloda sadece kenar süsü olarak kalacağa benziyor.
Zihin atölyemizin ve çalışmalarımızın yoğunluğu nedeniyle yazı yazmaya vakit bulamıyordum. Ama artık vakit geldi. Muhteşem yazılar ve paylaşımlarla bir kaç güne karşınızdayım. Kendinize çok iyi bakın.