Subcribe to our RSS feeds Join Us on Facebook Follow us on Twitter Add to Circles

19 Şubat 2014 Çarşamba

KİTAPSIZ MEB ve EĞİTİMDE SANSÜR ya da EDEBİYAT İSTİSMARI


MEB'in varlığının eğitim için külfetten ve acziyetten başka bir anlam taşımadığını her geçen gün biraz daha açık şekilde görüyoruz. Bunun en yakın örneği TEOG sınavını bile eline yüzüne  bulaştırması sayılabilir. Keza hatasız kul olmaz diyelim ama bu seferde piyasa da TEOG içeriğine uygun bir kitap bile yok. Özel sektör ise SBS kitaplarını evirip,çevirip öğrencilere yine yutturuyor. Yani değişiklikler yine öğrenciyi vuruyor. Genel anlamda büyük bir değişim sağlamıyor. Bu işin KİTAP boyutu ya da KİTAPSIZLIK boyutu sadece.

İŞİN SANSÜR BOYUTU İSE NERESİNDEN BAKARSANIZ BAKIN TRAJİKOMİK


Reşat Nuri Gültekin'in "Anadolu Notları I-II" eserindeki "Otel" başlıklı gezi yazısındaki bir paragrafa sansür uygulanmış. "Otel" başlıklı gezi yazısında Reşat Nuri Gültekin'in, kaldığı otelde kendisine yakmak için odun getiren "garson" üzerinden yaptığı genel değerlendirmesi "Milli kültürü zedeleyici nitelikte" bulunmuş. Ve kitaba 3.3 puan verilmiş.

Ki Anadolu Notları dönem itibariyle ve hatta şimdi çok önemli bir eserdir.

Anadolu Notları 1-2 eserinin 1966-68 basımının ilgili kısmını sağ olsun BİR FİNCAN KEYİF blogunun sahibi Melda hanım benimle paylaştı.Ona tekrar teşekkür ederim. Hem bu eser hem de Ece Ayhan hakkında tekrar bir yazı yazmak benimde boynumun borcu oldu.



Bir diğer sansür ise ECE AYHAN ve kitabı YORT SAVUL'a! 
Meçhul Öğrenci Anıtı ve Açık Atlas şiirleri)

 "İçeriğin Anayasa ve kanunlara uygunluğu" açısından inceleyen "uzmanlar", kitabın ikinci ünitesinin sekizinci kısmında "İkinci Yeni Sonrası Toplumcu Şiir (1960-1980)" başlığı altında yer verilen konudaki "Meçhul Öğrenci Anıtı" şiirini "Devletin manevi kişiliğini zedeleyecek ifadeler barındırmaktadır" denilerek çıkarılması önerilmiş. Talim ve Terbiye Kurulu da "Meçhul Öğrenci Anıtı" şiirinin kitaptan çıkarılması gerektiğine ilişkin inceleme raporunu gündemine alarak kurul tarafından "Meçhul Öğrenci Anıtı" şiirinin kitaptan çıkarılması görüşünü benimsedi ve kitaba 5.7 puan vererek "uygun bulunmaması" kararı vermiş.

İşin trajik tarafı ise bu engellemelerin son derece keyfi ve ideolojik olmasının yanı sıra kararların nedenlerinin gerçekçi olmaması. Her edebi eser içinde ironi,metafor ve benzetme içerir ki bu eserin doğasından kaynaklanır. Olaya böyle bakarsak bir çok eserin sansürlenmesi gerekir. Bu da ne kadar demokratik bir eğitim anlayışıdır takdir sizin!


15 Şubat 2014 Cumartesi

PISA 2012 ve TÜRKİYE EĞİTİMİ DÜNYADA NEREDE



Türkiye PISA sonuçları hakkında TÜSİAD notları:

1-Ekonomik ve siyasi şoklar

2-Eğitim tuğla,çimento,okul sayısı demek değildir

3-Türkiye'de öğrenciler kendine güvenmiyor

4-Eğitimde iyi düzeydeki ülkeler öğretmen yetiştirmeye para harcıyor

5-Türkiye'de öğrenci başarısızlığını; "şansızdım,başaramadım" diye açıklıyor

6-İyi öğretmen yetiştirenler ülkeler eğitimde daha başarılı ülkeler

7-Okulların özgürlüğü yok

8-Türkiye'de puanlar artıyor ama Pisa sıralaması değişmiyor

9-Puanlara çok önem veriyoruz.



9 Şubat 2014 Pazar

MEDYA OKURYAZARLIĞININ "M"si olarak MEB


Daha üniversite yıllarında medya okuryazarlığı adlı verimsiz dersin tamamen değişmesi gerektiği ile ilgili bir makale yazmıştım. Hatta iyi de bir sunum yaptığımı hatırlıyorum. Değeri bilindi mi tabi ki bilinmedi! Çokta mühim değil. Zamanla her şeyin yerini bulacağı konusunda şüphem yok. Ama ortaokullarda medya okuryazarlığı dersinin yenilenmesi haberi zaten başlı başına geç kalmış bir haber olmakla birlikte içeriğinin ne olacağını 2014-2015 de göreceğimiz için şüphelerimizin de olmaması içten değil. Çünkü böyle derslerde gerçek şeyler çocuklara anlatılmaz. Zaten bu konuda donanımlı mevcut öğretmen potansiyeli Türkiye'de ne yazık ki yok. Bununla da ilgili şeyleri ve öğrencilik zamanlarında medya okuryazarlığı ile ilgili yazdığım yazıyı "TÜRKİYE'NİN EĞİTİM KAFASI" adlı e-kitap bir nevi e-kolajımdan okuyabilir,faydalanabilirsiniz.

Keşke derslerde siyaset ve medya ilişkisi gibi gerçek şeylerden bahsetseler. Ya da Ak partinin Promoqube isimli sosyal medya ajansı ile çalıştığı 6000 kişilik bir sosyal medya timine sahip olduğu konusunda (medyanın yalancısıyız) dersler işlense. Kaset skandalları ve sosyal medyada ki paylaşımları temel alan her şeyin yanında özel hayata müdahale olarak bir çok şey bu derste işlenebilir. Ama bu içerikler Meb'e konur mu? Tabi ki konmaz.

not:Şu günlerde tarafsız medyadan bahsetmek ne kadar doğru o da ayrı bir tartışma konusu haliyle!

GEÇTE OLSA DEDİĞİM OLDU: SAĞLIK MESLEK LİSESİ FACİASINA KÜÇÜKTE OLSA BİR ÖNLEM



Daha önce yazmış olduğum HORMONLU SAĞLIK MESLEK LİSELERİ-SAĞLIKSIZ EĞİTİME SUS PAYI adlı yazımın doğru olduğunu geçtiğimiz ay içinde  hep beraber gördük. Yazdığım tespitin doğruluğuna sevinmekten ziyade sağlık konusunda mağdur olan insanlara üzülüyorum. Bir çok platformda öğrencilerime ve ailelerine ifade etmeye çalıştığım bu eğitim faciasının önüne küçük bir set çekildi. Olayın özeti de şu :


Bu açıklama son derece yetersiz olmasına rağmen bu konuda daha genişletilmiş bir bilgilendirme umarım kamuoyuna sunulur. Yoksa hemşire ya da doktor yüzünden ölümler bir kader değil bir eğitim sorununun sonuçları olarak hanemize yazılacak gibi görünüyor. Yani olan yine millete olacak gibi görünüyor. Her zaman ki gibi!




4 Şubat 2014 Salı

Türkiye'nin Sanal Eğitim Algısı: Altın örümcek 2013 Eğitim ödülleri



Altın örümcek web ödüllerinin eğitim kategorisinin 2013 dereceleri yukarıda göründüğü gibi. İlk üçe girenlerden iki  tanesi banka birisi alkollü içecek firması. Halkın favorisi de çok manidar. Türkiye'de eğitim ne merkezli olduğunun, nasıl işlediğinin ve ne kadar önemsendiğinin küçük bir kanıtı. Söyleyecek çok da fazla bir şey yok. Hayırlı traşlar...

3 Şubat 2014 Pazartesi

İNSANIN ÇÖKÜŞÜ:YAŞADIĞIM İÇİN ÜZGÜNÜM


“Bu dünya iki şeyden yıkılacak bir binadan bir de zinadan...”
Gemide-1999
İNSANIN ÇÖKÜŞÜ

Bana ölü deyin. Sizde artık ölü deyin. Zaten ben bu gün üstüme çöken çürümüş bir iş hanının altında kalarak ölmedim. Devletin günahlarının gölgesi üstüme çöktü. Üstüme rant blokları devrildi.  Çoktan ölmüştüm zaten ama bugün devlet tarafından resmileştirildi bu durum. Adım Öcal Çetinkaya ve altmış sekiz yaşındaydım. İşsiz olarak geçilmiş son dakika haberlerinde adım. Oysa çorap satarak geçiniyordum. Yamalı hayatlara beş tanesi beş liraya çorap satıyordum. Bu ülkede sağlam adamlar zar zor iş bulurken benim gibi yaşlı ve engelli bir adama kim iş verirdi ki! Ben ve benim gibiler devletin görmek istemediği insanlardık her zaman. Devlet bize karşı hep kör hep nankör hep sağardır. Ben enkazın altında zaten hissetmediğim ayaklarım ile birlikte diğer uzuvlarımı da yavaş yavaş hissetmemeye başlarken üzerimde yürüyen arama kurtarma ekiplerinden bir adam köpeğine şunu diyordu: “ Çoktan ölmüş bir adamı arıyoruz.” Bu lafa alınmadım aksine doğru söylüyordu adam. Bir ölüyü diriden ayıran şey güzel hatıralardır. Benimse sahip olduğum güzel bir hatıram bile yok. Hukuk’a göre “Ölümle birlikte kişilik sona erermiş”. Biz kişiliğimizi ölümden önce yitirdik zaten. Şahsiyetsiz hale getirilişimizi bizzat sokağın kalbinden gördüm ben. Kangren olan ruhlara, yaşayan zombilere çorap sattım yıllarca nede olsa. Bunu görmek için sokağa çıkıp bakmanız yeterli. Halk pazarlarına gidin. Belediye halk ekmek kuyruklarına bir bakın. O çöpçü diye görmezden geldiğiniz geri dönüşüm işçileriyle konuşun. Amele pazarlarına bakın, sosyal yardımların seçim önceleri uğradığı ama adaletin hiç uğramadığı mahallelerde dolaşın bir kere yeter. Benim ölümüm bir kentsel dönüşüm kazasından çok bir kentsel bölüşüm kavgasıdır. Ki bu kavga ekmek kavgası gibi onurlu bir kavga değildir. Müteahhitlerin ucuza çalıştırmak için yarıştığı Suriyeli, Filistinli, Somalili gençlerin şükür dansıdır. Yüzü hiç gülmeyen garbin ekmekle imtihanıdır. Bunca şeyi gördükten sonra önce ruh soluyor sonra kalp ölüyor zaten. O açıdan bedenin ölmesi gariban için teferruattan başka bir şey değildir. İşin trajikomik tarafı oturduğum sokağın adı çiçek sokağı ama ben üzerime çöken bir binadan dolayı ölüyorum. Kimileri tekerlikli sandalyem ile binanın yanından geçerken binanın üzerime çöktüğünü söylüyor kimisi ise yaşadığım barakanın tuvaleti olmadığı için zaruri ihtiyaçlarımı gidermek için binaya girdiğimde binanın çöktüğünü söylüyor. Lan ne fark eder ki artık! Her halükarda bok yoluna gittik işte. Ama asıl önemli olan şeyi insanlar yine görmezden geliyor. Önemli olan ölümün kendisinden çok öncesi ve sonrası değil mi? Öncesi hakkında az çok bilgi edindiniz ama sonrası Allah kerim! En çok neye üzülüyorum biliyor musunuz? Bir insanın varlığı ve yokluğu arasında hiçbir fark yokmuş gibi hissetmesi kadar korkunç bir şey yok. Varlığıma kim sevindi ki yokluğuma kim üzülecek diyorum bazen. Dünden kalma demlikte ki çay mı üzülecek bana yoksa halk ekmekten aldığım bayat ekmek mi? Yoksa öldükte kurtulduk mu harbiden! Ne diyeceğimi artık bende bilmiyorum. Aslında benim tüm hayatımı beni ambulansa bindiren ekipte ki kız özetledi: “Yazık gariban adamın ayağında çorap bile yokmuş.” İşte benim hikâyem bu kadar. Bir varmış bir yokmuş…

not: 3.2.2014 tarihinde Ankara'nın Altındağ ilçesinde Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında boşaltılan 5 katlı binanın yıkımı sırasında göçük altında kalan Öcal Çetinkaya'ya ithafen yazılmıştır.

1 Şubat 2014 Cumartesi

Gelişim Psikolojisi Çalışanlara Süper Hediye: Is the Man Who Is Tall Happy? diyen Michel Gondry'nin Başrol oyuncusu bu kez Noam Chomsky



Michel Gondry belki öğrencilerimize/çocuklarımıza hatta kendimize örnek verebileceğimiz kafası farklı çalışan ve ana akımdan ayrılma eğilimleri olan bir sinemacı/yönetmen. Müzisyen bir anne ve ressam bir babadan gelen olumlu kalıtımsal özelliklerin birleşimi gibi. Eğer bu ağa beyimizin filmlerini izlemediyseniz izleyin derim. Ama bu yazıma konu olan şey Michel Gondry'nin bir Noam Chomsky belgeseli/animasyonu yapmış olması. Michel soruyor Chomsky cevaplıyor. Bize de izlemek düşüyor. Bilimi bir çok açıdan ele alan ve bunu güzel bir şekilde ( sahalarda görmeye alışık olmadığımız bir güzellikle) bize sunan Gondry büyük bir alkışı hak ediyor. Duygusal komedi ya da bir aksiyon filmi çekmektense bu işe girişmek bile başlı başına takdir edilecek bir hareket olduğu gibi Gondry dünyada varolan entellektüel bilim insanlarının yok olmaya yüz tuttuğunun farkında olarak böyle bir işede girişmiş olabilir. Dil gelişiminden,epistemolojiye kadar bir çok şeyi bize sunacak bu animebelgeseli (Is the Man Who Is Tall Happy?) sabırsızlıkla beklerken keşke ülkemizden de böyle şeyler çıksa demeden kendimi alamıyorum. Çünkü eğitim adına neredeyse hiç bir üretim içinde olmamamız ( test kitabı basmak haricinde) insanı düşüncelere gark etmiyor değil!

Uzun adam mutlu mu bilmiyorum ama Türkiye eğitimde son derece mutsuz değil mi?





John Lennox-God of the Gaps


John Lennox Oxford üniversitesinde matematik profesörü. Burada paylaşmamın sebebi Richard dawkins ve Christopher hitchens ile yapmış olduğu zihin teolojik tartışmalardan ziyade bunu bilimsel ve zihin açıcı bir yolla dile getiriyor olması. Demek istediğim aslında şu: "İnsanlar neye inanırsa inansın(ya da inanmasın) inandığı şeyin ne olduğunu anlamlandırma çabasında gösterdiği hüner bilimselliğinin de göstergesidir" demek istiyorum.

Kısacası sevimli amcamız ya da dedemiz diye seveceğimiz John Lennox "God of the Gaps/Boşlukların Tanrısı" ile zihinlere bir parmak bal çalıyor.Son derece zihin açıcı konuşmalar yapıyor. En başta dediğim gibi olaya VARLIK/YOKLUK penceresinden bakmıyorum ben. Bir tür Atarlı Ergen çekişmesi olarak algılanmaması gereken son derece felsefi temelli ve bilimsel bu bakış açısı kendi içinde zeka parıltıları sunuyor. Benim gibi eğitmen ve öğretmenlere de böyle zeki insanlarla diğer insanları tanıştırmak düşüyor. Tabi henüz tanışmadıysanız!