“Bu dünya iki şeyden
yıkılacak bir binadan bir de zinadan...”
Gemide-1999
İNSANIN ÇÖKÜŞÜ
Bana ölü deyin. Sizde artık ölü deyin. Zaten ben bu gün
üstüme çöken çürümüş bir iş hanının altında kalarak ölmedim. Devletin
günahlarının gölgesi üstüme çöktü. Üstüme rant blokları devrildi. Çoktan ölmüştüm zaten ama bugün devlet
tarafından resmileştirildi bu durum. Adım Öcal Çetinkaya ve altmış sekiz
yaşındaydım. İşsiz olarak geçilmiş son dakika haberlerinde adım. Oysa çorap
satarak geçiniyordum. Yamalı hayatlara beş tanesi beş liraya çorap satıyordum.
Bu ülkede sağlam adamlar zar zor iş bulurken benim gibi yaşlı ve engelli bir
adama kim iş verirdi ki! Ben ve benim gibiler devletin görmek istemediği
insanlardık her zaman. Devlet bize karşı hep kör hep nankör hep sağardır. Ben
enkazın altında zaten hissetmediğim ayaklarım ile birlikte diğer uzuvlarımı da
yavaş yavaş hissetmemeye başlarken üzerimde yürüyen arama kurtarma ekiplerinden
bir adam köpeğine şunu diyordu: “ Çoktan ölmüş bir adamı arıyoruz.” Bu lafa
alınmadım aksine doğru söylüyordu adam. Bir ölüyü diriden ayıran şey güzel hatıralardır.
Benimse sahip olduğum güzel bir hatıram bile yok. Hukuk’a göre “Ölümle birlikte
kişilik sona erermiş”. Biz kişiliğimizi ölümden önce yitirdik zaten.
Şahsiyetsiz hale getirilişimizi bizzat sokağın kalbinden gördüm ben. Kangren
olan ruhlara, yaşayan zombilere çorap sattım yıllarca nede olsa. Bunu görmek
için sokağa çıkıp bakmanız yeterli. Halk pazarlarına gidin. Belediye halk ekmek
kuyruklarına bir bakın. O çöpçü diye görmezden geldiğiniz geri dönüşüm
işçileriyle konuşun. Amele pazarlarına bakın, sosyal yardımların seçim önceleri
uğradığı ama adaletin hiç uğramadığı mahallelerde dolaşın bir kere yeter. Benim
ölümüm bir kentsel dönüşüm kazasından çok bir kentsel bölüşüm kavgasıdır. Ki bu
kavga ekmek kavgası gibi onurlu bir kavga değildir. Müteahhitlerin ucuza
çalıştırmak için yarıştığı Suriyeli, Filistinli, Somalili gençlerin şükür
dansıdır. Yüzü hiç gülmeyen garbin ekmekle imtihanıdır. Bunca şeyi gördükten
sonra önce ruh soluyor sonra kalp ölüyor zaten. O açıdan bedenin ölmesi gariban
için teferruattan başka bir şey değildir. İşin trajikomik tarafı oturduğum
sokağın adı çiçek sokağı ama ben üzerime çöken bir binadan dolayı ölüyorum.
Kimileri tekerlikli sandalyem ile binanın yanından geçerken binanın üzerime
çöktüğünü söylüyor kimisi ise yaşadığım barakanın tuvaleti olmadığı için zaruri
ihtiyaçlarımı gidermek için binaya girdiğimde binanın çöktüğünü söylüyor. Lan
ne fark eder ki artık! Her halükarda bok yoluna gittik işte. Ama asıl önemli olan
şeyi insanlar yine görmezden geliyor. Önemli olan ölümün kendisinden çok öncesi
ve sonrası değil mi? Öncesi hakkında az çok bilgi edindiniz ama sonrası Allah
kerim! En çok neye üzülüyorum biliyor musunuz? Bir insanın varlığı ve yokluğu
arasında hiçbir fark yokmuş gibi hissetmesi kadar korkunç bir şey yok.
Varlığıma kim sevindi ki yokluğuma kim üzülecek diyorum bazen. Dünden kalma
demlikte ki çay mı üzülecek bana yoksa halk ekmekten aldığım bayat ekmek mi?
Yoksa öldükte kurtulduk mu harbiden! Ne diyeceğimi artık bende bilmiyorum.
Aslında benim tüm hayatımı beni ambulansa bindiren ekipte ki kız özetledi:
“Yazık gariban adamın ayağında çorap bile yokmuş.” İşte benim hikâyem bu kadar.
Bir varmış bir yokmuş…
not: 3.2.2014 tarihinde Ankara'nın Altındağ ilçesinde Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında boşaltılan 5 katlı binanın yıkımı sırasında göçük altında kalan Öcal Çetinkaya'ya ithafen yazılmıştır.
Hiç yorum yok:
YAZ YORUMU AL CEVABI
Yazılarımın ve Çalışmalarımın ancak SİZİN YORUMLARINIZLA daha iyi hale gelebileceğini unutmayın! Yorumlarınızı anlaşılır bir dille,herkese faydalı olabilecek içerikle,klişe ve tekrar ifadelerden arındırılmış bir biçimde yazdığınız için TEŞEKKÜR EDERİM.